Eh; yolun yarısına gelmişim. İyi kötü bu zaman kadar bir şeyler yaşamış, paylaşmışım. Belli bir yaştan sonra insan hayatı pek bir kararıyor. Fazla bir beklenti içine girmiyorsun. Hayat, monotonlaşıp, sıradanlaşıyor. Bazen öyle oluyor ki yaşadığını dahi unutabiliyor insan, bu bayağılık basitlik içinde. Ben de böyleydim işte. Ne güzel etliye sütlüye karışmadan yaşayıp gidiyordum. Bir hayli kötü, sıkıntılı bir dönemden yeni kurtulmuştum, ‘ohh bee’ diyordum kendi kendime. ‘Kazasız belasız atlattık bu dönemi de.’ Aklım, yüreğim bomboştu, format atılmış gibiydim yani. Sıfır kilometre, tertemiz, cillop gibin, yep yeni. Bomboştu olmasına da hayat anlamını yitiriyordu. Varsın olsun dedim, bu kadar yaşananlar oldu da ne oldu? Boyum mu uzadı, başım göğe mi erdi? İşte tam böyle bir haldeyken ben, kendim, bizzat, şahsen böyleyken, hınzırın biri çıkmaz mı ortaya…

Ufacık tefecik içi dolu turşucuk… Bak sen şu bücürüğe. Önce aklımı karıştırdı. Beynime işledi hınzır yavaş yavaş. Nasıl da fark etmedim beni kötü emellerine alet edeceğini? Yaşlılık işte. Yaşına başına bakmadan, boyuna posuna aldırmadan benim hayatıma anlam katmaya çalışmaz mı? Tek renk, tek motif hayatımı renklendirip değişikler motifler işlemeye çalışmaz mı? O unuttuğum, bu yaştan sonra bir daha yaşayamayacağımı sandığım, ‘Aman boş ver sende. Bu saatten sonra seni teneşir paklar’ derken, bana o duyguları, heyecanı, güzellikleri yaşatmaya çalışmaz mı?

Nasıl da yaptı fark edemedim; kaşla göz arasında gözlerimden içeri girdi, iki günde beynimi kurcaladı, aklımı karıştırdı, arap saçına döndürüp çözümsüz bir bulmacaya çevirdi. Tam bir köşede sıkıştırıp kıçına basıp tekmeyi kapının önüne koyacakken bu bücürük, kaç kurtul gir içime, ak en derinlerime. Keyfine de düşkün belli, öyle güzel yer hazırlıyor ki kendine bücürük. Bir de pişkin pişkin, ukala ukala, ama şirin mi şirin bir şekilde demez mi ‘Bana âşık olursan yandın’ diye. Ne diyeyim şimdi ben bu hınzıra, ne edeyim? Yanayım be şeker şey, yanayım anasını satayım.

Bugüne kadar yaşadığımız yalan, yaban şeylerin yanında senin bu sıcaklığın, bu şirinliğinde yanıp kavrulup kül olayım, helal olsun. Sen ki harlanıp, yanıp kül olmuş o koca ateşin küllerinin arasında kalan, sönmeye yüz tutmuş, sıcaklık bile vermeyen, eline aldığında eli bile yakmayan közlerden bir alev canlandırıyorsun ya… Sen ki belki de tattığımı sandığım ama yanıldığım duyguları bana tekrardan yaşatıyorsun ya… Sen ki bu soytarı, bu serseri, bu dul adamın bir dostu, arkadaşı, eşi, canı, cananının açlığını, muhtaçlığını azar azar da olsa gideriyorsun ya… Helal olsun. Yak gitsin be sabah şekerim, gece kuşum. Helal olsun, feda olsun bu soytarı senin uğruna.

By Saltuk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir